Tarih bilimi, tüm bilimlerin
anası olarak tanımlanır. İnsanlık tarihi, özellikle de son 5 bin yıllık
hiyerarşik merkezi sistem ile birlikte ciddi bir çatışma, mücadele ve
düzen-kaos diyalektiğini barındırır.
Sistemler kurulmakta, kendi
yapısal sorunlarını çözemediğinden kaosa girmekte ve yıkılarak yerini başka bir
sisteme bırakmaktadır.
Bu diyalektikte belirleyici olan
her zaman egemenler, güçlüler değildir. Halklar, toplumlar, ezilenler her ne
kadar sistemlerin kuruluşlarında çok fazla rol alamamış olsalar da
yıkılmalarında kesinlikle belirgin bir etkilerinin olduğu tartışma götürmez bir
gerçekliktir.
Önder Abdullah Öcalan bu tarihi,
merkezi uygarlık güçleri ile doğal toplum unsurları arasındaki mücadeleler tarihi
olarak tanımlamakta, doğal toplum unsurlarının tarihsel süreç boyunca
sergilemiş olduğu direnişleri anlamlı, değerli ve geleceğe ışık tutan özgürlük
direnişleri olarak kabul etmektedir.
Bu perspektifle bakıldığında son
30 yıldır bölgemizde yaşanan ve birkaç yıldır da 3. Dünya Savaşı olarak
adlandırılan savaş da bu kapsamda ele alınmalıdır.
Halkların özgürlük, adalet,
eşitlik ve demokrasi talepleriyle bölgesel ve uluslararası emperyal, merkezi
uygarlık güçlerinin daha fazla sömürü, kar ve iktidar hesaplarının karşı
karşıya geldiği bu savaş, 20. Yüzyıl ile başlayan dünya sisteminin Ortadoğu
şahsında çıkmaza girip bitme aşamasına geldiği bir savaştır.
Her ne kadar dünya egemenliğini
elinde tuttuğunu ilan eden ABD ve batılı emperyalist, kapitalist güçler mevcut
savaşı kendi sistemlerini yeniden dizayn etme zemini olarak kullanmak isteseler
de, işin aslı bataklığa saplanan birinin çırpınışlarından farklı değildir.
Benzer yaklaşım ve politikaları
bölgesel statükocu-gerici iktidar odakları ve çeteleşmiş devletler de
izlemekte, hepsi birden halkların özgürlük, demokrasi, adalet ve eşitlik
mücadelelerini engellemenin, zayıflatmanın hesabını yapmaktadır.
Bu haliyle yıkılmakta olan
imparatorluklar gibi başta ABD olmak üzere mevcut kapitalist modernist uygarlık
sisteminde yer alan bölgesel ve uluslararası iktidarcı güçler, yenilgilerini
geciktirmek amacıyla sürekli hedef değiştirmekte, yeni gündemler
oluşturmakta, bu şekilde günübirlik
politikalar üretip palyatif çözümler geliştirmeye çalışmaktadırlar.
Bugün her zamankinden farklı
olarak mevcut devletçi-iktidarcı güçlere karşı halkların, farklı kültür ve
inanç topluluklarının özgürlük, demokrasi, adalet ve eşitlik talepleri
bütünlüklü, somut ve gerçekleşebilir bir ifadeye kavuşmuş, bunun mücadelesini
yürütüp zafere götürebilecek kurmay örgüt ve öncüsünü bulmuştur.
Önder Abdullah Öcalan’ın
demokratik sosyalizm çizgisi, demokratik ulus, demokratik özerklik ve
demokratik konfederalizm paradigması tüm halkların, inançların, kültürlerin,
dillerin ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin kendi farklılıklarını koruyarak
birlik içinde yaşamalarını öngörür. Bu çizgi ve paradigma temelinde kendisini
21. yüzyılın başında yeniden yaratan Kürdistan Özgürlük Hareketi ve onun öncü
kurmay örgütü olan PKK, başta Kürdistan ve Ortadoğu’da olmak üzere tüm dünyada
bu talepleri canlı tutmakta, bu talepler için mücadele eden halklara ve güçlere
ilham vermekte, devrimci karargah rolünü oynayarak öncülük yapmaktadır.
Bu nedenle 3. Dünya Savaşı’nın en
şiddetli ve yoğun bir şekilde yaşandığı, merkezileştiği yer Özgürlük
Hareketi’nin doğup geliştiği ve tüm dünyaya buradan seslendiği Kürdistan
olmaktadır.
Son yıllarda Kürdistan’ın tüm
parçalarında artarak devam eden saldırıların temelinde kesinlikle bu gerçeklik
yatmaktadır.
Bu açıdan Rojava ve Başurê
Kurdistan’da gerçekleştirilen çete saldırıları, işgal girişimleri ile Bakur ve
Rojhilat’ta dozajı her geçen gün arttırılan devlet terörünün aynı amaçla ve
aynı merkezden yürütüldüğü görülmek durumundadır.
Çünkü ister bölgesel olsun
isterse de uluslararası olsun mevcut devletçi-iktidarcı kapitalist modernist
güçlerin Ortadoğu’daki hesaplarını bozan, geliştirdikleri politika ve hamleleri
boşa çıkaran, bu şekilde çıkarları doğrultusunda yeni bir sistem
oluşturmalarına izin vermeyen Kürdistan Özgürlük Hareketi’dir.
Her biri kendisi için Kürdistan
Özgürlük Hareketi ve onun kurmay gücü olan PKK’yi tehlike gördüğünden 1999’da
olduğu gibi şimdi de uluslararası bir komplo ve konsepti devreye koymuş
durumdadırlar.
Nasıl ki Önder Abdullah Öcalan’ı
hedefleyen 15 Şubat uluslararası komplosunun içinde tüm güçler ve kurumlar yer
aldıysa, bu komplo ve konseptin içinde de tüm sistem güçleri ve kurumları öyle
veya böyle yer almaktadır.
Eğer bugün Önder Abdullah Öcalan
tarifi bile çok zor olan bir işkence sistemi içinde tutuluyor ve ağır tecrite
maruz bırakılıyorsa;
Eğer tüm Kürdistan parçalarında
Özgürlük Hareketi üzerinde saldırı ve komplolar geliştiriliyorsa;
Eğer Önder Abdullah Öcalan’ın on
yıllar boyu vermiş olduğu kutsal emeği ve binlerce kahraman şehidin kanıyla
yaratılan Rojava Devrimi içeriden ve dışarıdan ideolojik, örgütsel, siyasi,
kültürel, ekonomik, diplomatik, askeri ve demografik saldırılara uğruyor, kendi
amacı ve çizgisinden saptırılmak; ya nefessiz bırakıp tasfiye edilmek ya da
başkalarının hizmetine koşulmak isteniyorsa;
Eğer gerillanın direnişiyle birer
özgürlük mabetleri haline gelen Kürdistan dağları her gün bombalanıyor ve
yakılıyorsa;
Eğer Başur’da kendini iki farklı
çizgiymiş gibi gösteren, ancak öz itibariyle aynı olan işbirlikçi çizgisi bu
kadar açıktan sömürgecilerin safında yer alıyorsa;
Tüm bunlar sadece ve sadece şunu
gösterir:
Tüm kapitalist modernist güçler
ve onların yerel işbirlikçileri zayıftır, Önder Abdullah Öcalan ve Kürdistan
Özgürlük Hareketi ise güçlüdür.
Emperyalistler, kapitalist
modernist güçler, sömürgeciler ve işbirlikçi hainler zayıftır ve bu nedenle
korkmaktadırlar. Bunun için hepsi ittifak yapmış ve Kürt Özgürlük Hareketine
saldırmaktadır. O nedenle yaşamı, duruşu ve mücadeleleriyle başta biz Kürt
gençleri olmak üzere tüm halkımıza ve dünya devrimcilerine örnek olan, umut
veren ve öncülük yapan 3 devrimci önder hedef alınmaktadır. Bu devrimciler, ölümde
yaşamı yaratıp ölümsüzlüğü yaşayan bir felsefenin, inancın ve devrimin
önderleridir. Yaşamı uğruna ölecek kadar
seven bir davanın öncü neferleri, yılmaz savaşçılarıdır.
Ölüm ve yaşam konularına bu kadar
net ve keskin cevaplar veren bir hareketin militanlarını ölümle tehdit etmek,
korkutmaya çalışmak komik olmaktan da öteye kapitalist modernist güçler ve
uşakları açısından traji-komik bir durumu ifade etmektedir.
Yaşama sevdalı olan ve yaşama
gerçek anlamını kazandırmaya çalışan bu Hareket’in Önderliği, önder kadroları
ve militanları ölümden korkmaz.
Gerektiğinde Ernesto gibi “Ölüm nereden gelirse gelsin hoş gelir sefa
gelir” der ve ölümün üzerine yürüyüp ölümde yaşamı yaratmasını bilir.
Ve kendisine tarihteki tüm haklı
direniş ve mücadeleleri rehbet edinen bu Hareket ve bu hareketin militanları
gerektiğinde Komutan Hanibal gibi ya bir yol bulup ya da bir yol yaparak zulmün
kalbine girer ve lanetli, uğursuz planlar yapıp uygulayanları ateş olup yakar.
Ulaş Arslan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html