Kobani savaşı, Ortadoğu’nun geleceğini belirleyen, toplumsal
dinamiklerin ve bölgesel stratejilerin bir bakımdan yeniden çizileceği bir
süreç olarak kabul görüyor. Kimin kazanacağı sorusuna verilecek yanıt aynı
zamanda bölgedeki ittifakların, politik dengelerin ve stratejilerin hangi yönde
değişeceğine dair bütün soru işaretlerine yanıt olacaktır.
Kobani direnişi, Ortadoğu’nun Stalingrad’ı olmasının
ötesinde, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde oluşturulacak stratejileri bütünüyle
etkileyecek bir sürecin en kritik ve kırılgan halkasını oluşturuyor denebilir.
Kobani bir kasabadır. Ancak bugün kazandığı jeo-stratejik konumuyla, Ortadoğu
ile ilgilenen hemen herkesin hesaplarını alt-üst edeceği bir öneme sahiptir.
Rojava’nın başından beri Radikal İslamcı Hareketlerin
hedefinde olması, esasen PKK-PYD’ye yönelik izlenen stratejik bir saldırının
somutlaşmış bir halkasıdır. Ankara’nın, Tahran’ın, Bağdat’ın ve hatta Şam’ın bu
saldırılardan doğrudan veya dolaylı çıkarı bulunuyor. PKK’nin bölgede
zayıflatılması, birbiriyle çatışmalı olan devletlerin çıkarlarıyla uyumludur.
Çünkü PKK söz konusu bu devletlerde toplumsal bir hareket ve politik bir aktör
olarak bütün ilişkileri değiştirebilecek bir potansiyele sahip bulunuyor. Tasfiye stratejisinin merkezinde ise Türkiye
var. Bu nedenle Suriye’de bulunan bütün radikal İslamcı örgütlere aktif destek
sunuyor ve onların doğal bir müttefiki gibi hareket ediyor.
YPG ve HPG gerillalarının, IŞİD saldırıları karşısında aktif
bir görev üstlenmeleri ve önemli başarılar elde etmeleri, PKK-PYD’nin sadece
Irak ve Güney Kürdistan içindeki politik dengelere dâhil olmasıyla kalmadı,
esasen Ortadoğu’nun güç ilişkilerini belirlemede ciddiye alınacak bir konuma
geldi. PKK-PYD’nin devletsel bir yapısı olmadan bu düzeyde etkili olması,
bölgesel ilişkiler rol almak isteyen herkesin dikkate alması gereken bir
hareket olarak ön plana çıkıyor.
ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin yapamadığını YPG ve
HPG askeri güçleri yaptı ve IŞİD’i belli bölgelerde etkisizleştirmeyi
başardı. Özellikle gerilla savaş
taktiğini çok iyi bilen ve 30 yıllık savaş deneyimine sahip HPG’nin ve birkaç
yıllık savaş içinde büyük bir tecrübe edinen YPG’nin Şengal ve Maxmur’da Musul
ve Kerkük’de, Rojava’da özellikle Serêkanîye’de radikal İslamcı hareketlere
karşı göstermiş oldukları önemli başarılar, Ortadoğu savaşında ittifak
güçlerini değiştirecek bir noktaya geldi. Uluslararası ve bölgesel devletlerin
ordularının yarı-düzenli ordu ve yarı-gerilla savaş stratejisine göre
örgütlenmiş IŞİD güçlerini kontrol etme şanslarının olmadığı pratikte yaşanarak
görüldü. HPG-YPG gibi yılların gerilla savaşı deneyimine sahip bir askeri gücün
IŞİD karşısında çok daha başarılı olduğu son iki yılın savaş tecrübesinde
verileriyle ortaya çıktı. Bu neden Irak ve Suriye politikalarında önemli bir
başarısızlık sergileyen ABD, İngiltere, Fransa gibi küresel güçler, özellikle
IŞİD gibi radikal İslamcı hareketlere karşı savaşta başarılı olmak için
PKK-PYD’nin savaş deneyimlerinden yararlanmak istedikleri anlaşılıyor. Bunun
için özellikle PKK’ye yönelik oluşturdukları geleneksel politikalarında bir
kısım değişikliklere gidileceğinin işaretini verdiler. ABD ve AB’nin politik
temsilcilerinin ‘PKK’nin halen ‘terörist’ görülmesine rağmen askeri olarak
desteklenebileceği’ yönündeki açıklamaları, PKK ile politik ilişkilerin yeni
bir evreye doğru evirildiğini gösteriyor.
IŞİD’in bütün askeri gücüyle Kobani’ye saldırması, Ortadoğu denklemini değiştirmeye yönelik
stratejik saldırının önemli bir halkasıdır. Kobani’nin ‘küçük’ ama stratejik
dengeleri etkileyecek bir bölgede bulunuyor. Bu bakımdan IŞİD’in bütün gücüyle
ve sürekli bir saldırı halinde bulunması Suriye ve Irak merkezli politikaların
değiştirilmesine yöneliktir. IŞİD’in Kobani’yi ele geçirmesi, bu iki devletin
sınırları içerisindeki savaşın boyutları tahmin edilenden çok daha fazla
derinleşeceği ve başta Körfez devletleri olmak üzere bütün Ortadoğu’yu kapsayacağı
biliniyor. Böylesi bir durumun oluşması, ABD’nin, AB’nin ve hatta Rusya’nın
bütün stratejilerini de alt-üst edebilir. Örneğin İngiltere Başbakanı David
Cameron: "Bu, dünyanın uzak bir kısmındaki bir tehdit için değildir. Biz,
Akdeniz'in kıyılarında, kontrolsüz bırakılmış bir terörist halifelikle karşı
karşıya geleceğiz." IŞİD Halifesi El Bağdadi, Ak Deniz’e yönelik
hazırlanan çok yönlü askeri ve politik stratejileri bozmak için öncelikli
olarak Kobani’yi ele geçirmesi gerekiyor.
IŞİD, Kobani’yi ele geçirerek bölgesel pazarlık gücünü arttırmak
istiyor. Eğer IŞİD Kobani’de zafer kazansaydı, Türkiye’nin Suriye denkleminde
yeniden masaya oturması gündeme gelecekti.
Farklı politik çıkarlar için savaşan güçlerin meselesi
esasen Kobani halkı olmayıp, küresel güçlerin jeo-ekonomik ve jeo-politik
çıkarlarının çok önemli oranda tehlikeye düşmesidir. Bölgedeki güç dengelerini kontrol eden ABD,
İngiltere ve Rusya gibi devletler, IŞİD karşısında büyük bir direniş gösteren
YPG ile yakın ilişki kurması, bütünüyle kendi çıkarlarından kaynaklanıyor. Son
derece modern silahlara sahip olan Irak ordusunun IŞİD karşısında birkaç günde
çözülmesine karşın, en zor koşullarda ve savaşın boyutunu değiştirecek önemi
olan askeri malzemeye ve araçlara sahip olmamasına rağmen YPG’nin göstermiş
olduğu başarı, tarihsel bir dönüm noktasıdır. Ortaya çıkan bu durum, Suriye ve
Irak’ta ittifak ilişkilerini yeniden şekillendirecektir.
PKK-PYD, Ortadoğu
denkleminde iki aktif güç olarak toplumsal ve politik düzenin oluşumunda artık sorumluluk
alma düzeyine gelmiş bulunuyorlar. Irak ve Suriye merkezli politik kaosun
nereye doğru evirileceğini, ne gibi sonuçların ortaya çıkacağını kestirmek zor.
Mevcut gelişmelerin ortaya koyduğu tablo, Türkiye gibi bazı güçler mevcut
denklemin dışına düşerek fiilen tasfiye olurken, PKK-PYD gibi güçler ise yeni
oluştan denklemin aktif oyuncuları olarak ön plana çıkıyor. PKK-PYD, bölgede
güç dengelerini belirleyebilecek politik ve toplumsal hareketler olup,
stratejiktirler.
Amerikan’ın PYD’yi terörist listesinde görmediğini
açıklaması ve doğrudan diplomatik ilişkiye geçmiş olması, Suriye ve Irak
denkleminde politikaların yeniden belirleneceği bir sürecin ilk adımları olarak
okunabilir. PKK ile PYD’nin aynı ideolojik-politik kaynaktan beslendiği ve her
ikisinin de KCK sistemi içinde olduğunu, birbirini tamamlayan iki ama tek
politik hareket olduklarını bilen ABD, PYD’yi terörist görmeyerek PKK’ye
yönelik politik algısının değiştirebileceğinin işaretlerini verdi denebilir.
Aynı şekilde YPG ile askeri yakınlaşma içerisinde olması, Kobani’nin ötesinde
çok yönlü bir kısım ittifakların gündeme gelmesi, bunun HPG’yi kapsayarak
gelişme olasılığını güçlendiriyor.
ABD’nin Kobani somutunda YPG güçlerine askeri yardımda
bulunması ve IŞİD mevzilerine karşı çok yoğun hava saldırıları yapmış olması,
Ortadoğu’daki dengelerin oluşturulmasında önemli bir faktör olacaktır. ABD’nin bu yönelimi, Türkiye’nin çok önemli
oranda denklemin dışında tutulmasıdır. Bunun bir başka anlamı ‘IŞİD Neyse PKK
O’dur. PYD’de PKK gibi teröristtir’ diyen Türk devletinin politik bir yenilgisi
olduğu gibi, Rojava’nın Özerk yapısının uluslar arası alanda tanınması, Şam
rejimine bölünmenin fiilen kabul ettirilmesi anlamına gelir.
ABD ve AB’nin yönlendirmesiyle Güney Kürdistan Askeri
Güçlerinin, Kobani ve Rojava’nın diğer bölgelerine girmesi, çok yönlü
hesaplanan bir stratejidir. Rojava
üzerinde birçok politik oyun devreye konulacaktır. Özellikle Güney Kürdistan’ın
Rojava üzerinde toplumsal ve politik etki alanının arttırılmasına önem
verileceği biliniyor, Bugünkü verili koşullar içerisinde Peşmerge ile YPG-HPG
arasında oluşan fiili askeri ittifak Kürtlerin genel çıkarları için son derece
önemli ve gereklidir. Bu ittifak sadece radikal İslamcı örgütlere karşı değil,
bütün Kürdistan coğrafyasını savunacak bir tarzda geliştirilmesi için
kalıcılaştırılmalıdır. Dahası askeri ittifakın üzerinde şekillendiği politik
birliğin ve ittifakın oluşması zorunlu ve kaçınılmazdır. Ancak Peşmerge gücünün
özellikle Rojava’da kalıcılaştırılmasını PKK-PYD’nin oluşturmaya çalıştığı
toplumsal-siyasal sistemin zayıflaması anlamına geleceği de
hesaplanmalıdır. Peşmergenin Rojava’da
askeri bir güç olarak kalması durumunda, HPG-YPG’nin de Güney Kürdistan’da askeri bir güç olarak
konumlanmasıyla karşılığını bulur.Tek yanlı bir yönelim, Rojava’da
oluşturulan toplumsal sisteme yönelik
ciddi bir tehlikeli oluşturacağı hesaba katılmalıdır.
Kobani üzerinde oluşturulan yeni politik denklem, önümüzdeki
birkaç yıl içinde Güney ile Batı/Rojava Kürdistan’ın birleşeceğinin
işaretlerini veriyor. Bu bir bakıma zorunlu ve kaçınılmaz olacaktır. Güney-Batı
Kürdistan’ın birleştirilmesi de ABD’nin arzuladığı bir politik tercihi
olabilir. Böylesi bir oluşumda küresel güçlerin çıkarları olabilir ama önemli
olan Kürtlerin stratejik çıkarlarının korunmasıdır. Bu nedenle Kürtler
arasındaki ittifakın kalıcılaşmasına ve stratejik bazı kurumların
oluşturulmasına uluslar arası ve bölgesel güçler değil, Kürtler ortak
iradeleriyle karar vermelidir. Peşmerge’nin Kobaniye bir savunma gücü olarak
gelmesine pozitif bakmak gerekir. Önemli olan Kobani’den oluşan Kanton
yönetiminin denetiminde hareket etmesini kabul etmesi ve orada oluşan toplumsal
yapının realitesine uygun davranmasıdır.
Daha önce birkaç kez vurguladığım gibi IŞİD, sanıldığı gibi
Irak ve Suriye’de güçlü toplumsal tabanı olmayan askeri gücüyle politik kaosu
yaratan bir güç olarak ön plana çıkıyor. PKK-PYD ise bunun çok ilerisinde
sosyolojik ve politik bir hareket olarak toplumsal dayanakları oldukça güçlüdür
ve Ortadoğu güç ilişkilerinde, devletsiz ama bölgesel dengelerde hesaba katılan
bir hareket olarak küresel güçler tarafından artık takip edilmekte ve
belirlediği politikalar dikkatle izlenmektedir.
Özetle,
Birincisi, Türkiye, Ortadoğu’da bir kez daha kaybetti. Oluşan yeni dengelerde Türkiye bulunmuyor.
Kaybeden devlet, günü birlik politikalarla kendisine alan açma çalışsa da
sürecin dışında kalıyor. Erdoğan, Kobani düştü düşecek’ diyerek IŞİD’in zafer
kazanmasını çok istedi, ama bu kez de olmadı. Tıpkı Esad, iki ayda gidecek
dediği gibi.
İkincisi, ABD, IŞİD’i
‘terörist’ ilan ederken, Erdoğan IŞİD neyse PKK de odur’ diyerek ABD’nin
politikasını onaylamadığını ifade etti. ABD, PYD’yi ‘terörist görmüyoruz’ mesajıyla PKK’ye
yönelik politika değişikliğine gideceğinin işaretini verdi. Erdoğan buna karşılık;’PKK
de, PYD de terörist’ dedi. ABD ise,
YPG’ye askeri yardımda bulunarak, Türkiye’ye yanıt verdi.
Üçüncüsü. ABD ve AB,
IŞİD’e karşı mücadeleyi, gerilla savaşında oldukça başarılı olan
HPG-YPG’yi değerlendirmek istiyor. YPG’ye Koalisyon güçlerinin komuta
kademesinde YPG’ye yer vermesi önümüzdeki savaşın YPG-HPG üzerinde yürüteceğine
dair işaretlerden biridir.
YPG-HPG, IŞİD ve her hangi bir radikal İslamcı örgütün
Kürtlere yönelik saldırısı nerede olursa olsun, vereceği her yanıt meşrudur.
Bugünkü pratiğiyle bunu gösterdi. Ancak ABD, gerillanın Bağdat’ta, Şam’da veya
herhangi bir Arap bölgesinde IŞİD vb örgütlerle savaşması talebinde
bulunacaktır. Bu talebin son derece tehlikeli olduğu, toplumsal ve politik
sonuçlarının da bir o kadar ağır olacağı sanırım hesaplanıyordur. Kürt askeri güçlerinin görevi Kürdistan
sınırlarını ve Kürdistan sınırları içerisinde bulunan ezilen halkları
korumaktır.
Dördüncüsü, biçimi ve işlevi üzerinde anlaşılmak üzere,
Güney Kürdistan ve Rojeva merkezli Kürdistan Savunma Gücünün kurulması son
derece önemli ve gereklidir. Mesut
Barzani’nin ‘Hewlêr Neyse, Kobani Odur’ söylemini hatırlatarak, Güney Kürdistan
Hükümeti, geçmiş hatalarını telafi etmek için Rojava’ya hiçbir koşul öne
sürmeden gerekli ekonomik ve politik desteği sunmalıdır.
Beşincisi, IŞİD’in Kobani’ye yönelik çok kapsamlı saldırısında ABD merkezli
uluslar arası güçlerle PYD arasında
zorunlu bir ittifak oluştu. Bu konjonktürel koşulları ortaya çıkardığı fiili
bir durumdur. Bundan yola çıkarak PYD’yi ‘emperyalistlerle işbirliği yapıyor’
gibi gerçekçi olmayan değerlendirmelerle suçlamak dönemsel koşullarda ortaya
çıkan zorunlu taktiksel ilişkilerin kavranmamasıdır.
Altıncısı, Kobani’de hemen her bölgesel ve uluslar arası güç
kendisine göre bir başarının peşindedir. Kürtlerin dahası ezilenlerden yana
olan enternasyonalist güçlerin Kobani’de kazanması, Ortadoğu’daki politikaların
yeniden yazılması anlamına gelecektir. Askeri ve politik güç ilişkileri,
sürecin şekillenmesinde önemli bir etki yaratacaktır. Bu bakımdan Rojava’nın
askeri gücü olan YPG’nin Kobani’de göstermiş olduğu direniş, sadece Kürt
halkının çıkarlarını değil, aynı zamanda bölge halkları içinde önemli bir
başarıdır. Küresel kapitalist güçlerin bir Kobani hesabı olabilir. Ama önemli
olan devrimci-demokratik güçlerinin de bir hesabının olmasıdır. Çünkü Kobani halkının örgütlediği kantonun
oluşturulmak istenen toplumsal sistem,
emperyalistlerin değil, ezilen halkların çıkarınadır. Bu sisteme güç
verildiğinde, büyütüldüğünde, demokratik-devrimci güçler Kobani’de
kazanacaktır.
Son bir nokta: Hitler, bir kasım sabahı Moskova’da çorba
içmek istiyordu ama Moskova önlerinde tarihsel yenilgisini aldı. IŞİD lideri El
Bagdadi de, Bayram namazını Kobani’de kılmak istiyordu, ama Kobani duvarına
çarptı ve yenilgi sürecine girdi. Hitler, Kasım ayında Moskova’da zafer
kazanacağından öyle emindi ki, askerlerini yazlık elbise ile savaşa
göndermişti. Hesabı tutmadı binlerce askeri donarak öldü. Erdoğan, IŞİD’in
kendisine verdiği bilgi üzerine, kendisinden emin olarak ‘Kobani düştü düşecek’
dedi. Kim bilir El Bağdadi ile Kobani’de
namaz kılmayı hesaplıyordu. Fakat yeniden hayal kırıklığına uğradı, Kobani,
direndi ve kazanıyor.
Dr. Mustafa PEKÖZ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info